2 Haziran 2011 Perşembe

Satılık Anı...

           "Üç kuruşa fiyat biçip anılarımıza, ilan yapıp astık duvarlara... O kağıtta sadece üç beş parça eşya değildi yazanlar; bu şehirdeki dört yılımızdı, dört yılda yaşanan bütün anılarımızdı... Numaralarımızı yazdık altına anılarımız üzerinden pazarlık yapma adına. Dört yıla fiyat biçtik, biçebildik mi bilmiyorum..."
           Bu gece bu şehirden ayrılacağım gerçeği ilk kez bu denli acı bir şekilde çarptı yüzüme. Dört yıl, hayatımın en mutlu, en özgür, en huzurlu dört yılı ne çabuk bitti...
           Odamın her köşesini uzun uzun izledim, ilk yıl nem tutan duvarların yeşilini temizlemek için mahvettiğim bezler geldi aklıma. Ne garip o bezlere bile üzüldüm bu gece... İlk gördüğümde "Bu halılar kesinlikle bizim evde olmalı!" deyip bayılarak aldığımız halıları, gecenin üçünde üşenmeden saatlerce ovaladağım saatler geldi aklıma, mutfağa hem ucuz hem de güzel bir perde bulmak için alt üst ettiğimiz pazarları düşündüm... Çay demlemek için hediye edilen alüminyum çaydanlığa baktım...(her ne kadar sadece patates haşlamak için kullansak da iş gördü...) Feryal'in ilk kez yumurta pişirmek adına yaktığı tava geldi aklıma... Uğramadığımız spotçular geldi aklıma o kadar çok gezmiştik ki acaba uğramadığımız kaldı mı? Kaldıysa da anılarımızı nasıl topladıysak, teker teker satmak için bir ara uğrarız... Odalarda nasıl kalınacağına karar verdiğimiz günü düşündüm; isimleri yazdığımız daha sonra da odalara fırlattığımız kağıtları... Hiç istemeyerek yerleştiğim odadan bir buçuk yıl sonra Betülümün zoruyla değiştirdiğim ikinci odamı düşündüm. Sırf caddeye bakıyor diye silmeye üşendiğim, silmekten nefret ettiğim camları silmeyi özleyeceğimi, iki basamak yüksekliğindeki yerden atlayıp az kalsın ayağımı kırmama neden olan taş parçasını bile özleyeceğimi düşündüm... Eve ilk gelişinde kanepenin bir köşesine oturup muhtemelen "Burada dört yıl nasıl geçer?" diye düşünen Diloşumun ilk halini düşündüm... Bu şehirde geçen her anımda yanımda olan kardeşim Betülü...
           Sırt çantasının bile fırsat bulup geldiği kendisinin fırsat bulamadığı Mahmut'u, Bir boyoz faciasıyla beraber kahvaltı keyfi yapmaya gelen Yelizimi, her gelişinde evimizde neşemizin huzurumuzun katlandığı Özgürcüğümü, her gelişlerinde olduğu gibi son sürpriz gelişlerinde de sanki evimize ilk kez geliyorlarmış gibi bizi heyecanlandıran Betülümü ve Pelinimi, ruh çağırma seansını komedi filmine çeviren Maliciğimi ve Deniz'i, yılbaşı gecesi iyice kopmamıza neden olan 3 litre şarapla gelen Semir'i, takıntılarımız dahi bir çok şeyimizin benzer olduğu Büşramı, sürekli Balıkesirlilere laf atmamıza rağmen bir Balıkesirli olarak ağzını açıp iki kelime dahi etmeyen Fatmamı, her sınav ve proje dönemi aynı parçaları saatlerce dinleyip birbirimize güç vererek gecenin bir vaktine kadar çalıştığım Rukiyemi, bana küçük sürprizlerle kocaman mutluluklar yaşatan insanı ve sizin gibi eşsiz insanları tanıma şansına sahip olduğum kendimi düşündüm... 
           Dört yılımın geçtiği bu şehir de bu gece daha nice şeyi düşündüm, yaşadıklarımı, yaşattıklarımı ya da yaşama fırsatım varken yaşayamadıklarımı...
           Dört yılımızı yazdık bir kağıda ve anılarımızı çıkarttık satılığa...



23 Mayıs 2011 Pazartesi

Söyleyemediklerim...

       Bu sabah bloğuma, en az benim kadar aşktan gazi olmuş bir arkadaşımın "sergüzeşt" in yazısını ve o yazıya istinaden paylaştığım sözleri yayınlamak istiyorum. 


       "Esir şehrin esir yolları kılcal damarlar gibi dolaşıyor hayatımda. soğuk esiyor rüzgarları, donduruyor hayatımı. zamanını unutmuş saat kulesi çınlıyor, ürkütüyor şehri. şehir sessiz. uykuda tüm deliler. bir ben kaldım bir de serseri kaldırımlar. 
oysa isterdim ki bir an'ım olsun burada. hani bir kadeh tutuşum ya da bir hüznüm mesela.. tren yoluna bakıp içlendiğim olsun. temiz havasını içime çekmişliğim olsun. o'na benzesindi bazı şeyler. ne bileyim bir güzel gülüşüm olsun bir bankta. 'hani..' diye başlayıp 'benim..' diye devam eden cümlelerim olsun. fütursuzca savurduğum gençliğim 'işte buradaydı.. ah ne güzeldi' diyebilmeliydim ayrıca. milli kuvvet'im olsundu içimde.

esir kalmış bir şehirde ne mümkün ki bunlar.
bir balık gibiyim burada.esir olmuşum başka bir şehrin deryasında.

birileri bir yerlerde..ah bir yerlerde.. ah bu hayat böyle.. "
       
       İşte burada tam o yokuşta -saat kulesinin dibinde- bıraktım kalbimi... "O", yokuştan iniyordu, kalbim yerinden sökülüyordu. Ve saat kulesi yine kendi zamanından bir haber çınlıyordu... Ayrılık saatini vuruyordu zaman, "O" uzaklara gidiyordu, valizinin en ücra köşesine kalbimi sıkıştırarak... İşte orada, o yolda "benim" hayallerim vardı beraber el ele yürüdüğümüz hayallerim... Ama benim "Milli Kuvvet"im olmadı hiç -gitme- diyecek kadar... "Beraber gezelim bu yollarda zamansız çınlayan saat kulesine inat, unutalım zamanı bu deryada!" diyecek kadar... 
       Öyle ya dediğin gibi; "Esir kalmış bir şehirde ne mümkün ki bunlar?" düşüncelerimiz bile kendi içimizde esir kalmışken... Esir bir balığım; Balıkesir'den başka deryalara dalacak kadar cesareti olmayan... Gidene "GİTME, kal bu şehirde!!!" diyemeyecek kadar...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Kalp Yetmezliği

       Kalp yetmezliği olan bir aşk büyütmüşüm içimde. Uzun yaşamaz dedi aşk uzmanları, neşterleri değmeden yüreğime, kendim çıkardım hayallerimi yüreğimden...
       İyileşmeyi bekleyen bir hasta gibiyim; hala narkozun etkisinde, etrafımda olup bitenlere tepkisiz ve ağzımdan çıkan kelimelerin ne olduğunu umursamayacak kadar halsiz...
       Geçecek biliyorum ama yine de geçmişimde bir yerlerimde hep bu acıları hatırlayacağım, bu hastane misali şehri, kokusunun sindiği bu odayı, onun elleriyle çekilmiş fotoğraflarda kendi suretim yerine onun gülüşünü...
      Bu sabah düşük yaptı bütün hayallerim kırkı çıkmadan da dinmez sancılarım... 

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Başlarken...


Bloğuma ilk yazımı yazarken hayatımda da ya yeni bir hikaye başlayacak ya da anlatılması için geç kalınmış bir hikaye yaşanmadan bitecek...

Aslında çok farklı değil benim hikayem diğerlerinden; aşık bir kız, aşık olunan bir erkek ve eksik bir son. Her insanın hayatında eksik olan bir şey vardır ya benim de var; "AŞK"... Taptığım bir ailem benim için bir çok şeyden vazgeçebilecek dostlarım ve sevdiklerim hep vardı... Ama dedim ya benim en büyük eksiğim bir aşktı. 22 yıla bir çok sevinç sığdırdım, bir sürü anı, Yılmaz Erdoğan'ın deyimiyle "kıçıma batan platonik aşklar", aşk sandığım lise yılları saçmalıklarım...
Bu gece bir yıldır içime attığım bütün kelimeleri dilime döktüm ve beklemeye koyuldum. Ablamın bana anlatmaya çalıştığı doğum sancısını şimdi çok daha iyi hissediyorum... İçimde bir şeyler dışarı çıkmak için çırpınıyor ama vakti gelmeden o acıyı söküp alamıyorsun oradan. Her şey doğru zamanla alakalı... Ya vakti gelince kendiliğinden çıkıp gidecek o acı beklediğine değecek; o minik, tertemiz umudunu kucağına alıp büyüteceksin ya da hayallerin düşük doğacak, yeni bir aşkı içine almak için uzun ve sancılı bekleyişine devam edeceksin...
O kadar uzun bekler miyim bilmiyorum ama bu gece nöbetçiyim; doğacak umudumun ya da ölecek hayallerimin...
Fark ettim ki içime attıklarımı ne sindirebilmişim ne de unutabilmişim... Bahar temizliği yapmanın vaktidir dedim kendime ve başladım yüreğimi temizlemeye...